nd-aktuell.de / 01.12.2017 / Kommentare

Sendikalar olağanüstü hale karşı

Yücel Özdemir

Türkiye yaklaşık birbuçuk yıldır olağanüstü hal (OHAL) yasalarıyla yönetiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğiyle hükümet tarafından 20 Temmuz 2016’te ilan edilen olağanüstü halin kaldırılacağına dair bir işaret ortada yok. Tersine uzatılacağına dair mesajlar veriliyor. Hem de faturası çok ağır olduğu halde.

Parlamenton devre dışı bırakılarak çıkarılan yasalar nedeniyle Erdoğan ve AKP’ye muhalefet edenlerin bir bölümü korku üzerinden sindirildi. Onbinlerce insan cezaevine atıldı. Hiçbir terör örgütüyle bağlantısı olmayan sayısız insan bu keyfi uygulamaların mağduru oldu. Kürt siyasetçiler ve belediye başkanları OHAL kapsamında çıkarılan kararnamelerle hapse atıldı, görevden alındı.

Hukukun ve adaletin değil; Erdoğan’ın söylediği ve istediğinin yasa haline getirildiği bir rejim inşa edildi. Bu nedenle Erdoğan bu sistemi çok sevdi. Bugün otoriter rejimin kurulmasının yasal dayanağını asıl olarak OHAL gerekçesiyle çıkarılan yasalar oluşturuyor. Hatta, terörle alakalı olmayan konularda bile…

Örneğin yaz saati uygulaması. Eskiden Almanya ile Türkiye arasındaki zaman farklı bir saatti. Ancak Erdoğan’ın damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın önerisi üzerine, yaz saati uygulamasına geçilmedi ve Almanya ile saat farkı ikiye çıktı. OHAL kapsamında bir kararnameyle »enerji tasarrufu« gerekçesi gösterildi. Ortada enerji tasarrufundan çok israfı da olduğu halde. Hem de daha önce de uygulanan bu kararı Danıştay iptal etmesine rağmen…

Görüldüğü gibi »terörle mücadele« adına OHAL sürdürülürken, aslında bu hükümete hayatın her alanına keyfi bir şekilde müdahale etme imkanı sağlıyor. Açıktır ki; temel hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldıkça, toplumun üzerinde baskının dozajı yoğunlaştırılıyor ve bir süreden sonra bu korku ve sinmeye dönüşebiliyor.

Bunun farkında olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odalar Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB), OHAL'e karşı 3 Kasım’da anlamlı bir kampanya başlattı.
OHAL bir yandan emek ve demokrasi cephesi üzerinde baskıyı artırarak, muhalif sendikaların üyelerinin kolay işten atılmasının önünü açarken, diğer yandan daha fazla ücret ve çalışma koşulları için verilen mücadeleyi de engelliyor.

Erdoğan, işverenlere yaptığı bir konuşmada grevleri engellemek için de OHAL’i kullandıklarını itiraf etmişti. 2017 yılı boyunca beş grev »milli güvenlik« gerekçesiyle yasaklandı, 25 bin işçinin grev hakkı gasp edildi.

Dört sendika ve meslek örgütü tarafından kampanya dolayısıyla yapılan açıklamada yer alan bilgilere göre, 15 Temmuz’dan sonra 130 binin üzerinde kamu emekçisi işten atıldı. 50’den fazla çalışan bu süreçte intihar etti. Anayasal güvence altında olan çalışma ve yaşam hakkı gasp edildi, devlet iş güvencesine karşı en büyük tehdit halini aldı.

İşten atılanlar arasında DİSK üyesi 2000’e yakın işçi, KESK üyesi 4099 kamu emekçisi, 3315 hekim ve TMMOB üyesi 3000’in üzerinde mühendis, mimar ve şehir plancısı bulunuyor. Böylece zaten az sayıda üyesi olan muhalif sendikalar daha da zayıflatılıyor.

Otoriter rejime karşı çıkan bütün demokrasi güçleri tarafından desteklenen kampanya Türkiye’nin 81 ilinde sürdürülüyor. Hedef ilk etapta 20 Ocak’ta olağanüstü halin bir kez daha uzatılmasını engellemek.

Türkiye’de neredeyse herkesin hayatını bir şekilde etkileyen olağanüstü hal rejimine karşı başlatılan kampanya aynı zamanda ortak bir mücadele cephesinin örülmesi, farklı kesimlerin birleştirilmesi açısından da önem taşıyor. Birlikte mücadeleyle elde edilecek kazanımlar ortak hareket etmeyi de hızlandıracaktır.
Bu nedenle kampanya otoriter rejime karşı çıkan herkese umut veriyor.