nd-aktuell.de / 12.01.2018 / Die andere Türkei

Herşey yine iyi mi?

Şu tesadüfe bakar mısınız?

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel ile görüşmek üzere yola çıktığı saatlerde, devlet kanalı TRT 1'de yayınlanan »Payitaht-Abdülhamid« dizisinin konusu da Türk-Alman ilişkileriydi. Dizide Kayser II. Wilhelm'in Almanya'nın çıkarlarını genişletmek için 5 Ekim 1898'de İstanbul'a yaptığı ikinci ziyaret konu edilerek, her iki ülkenin çıkarlarının birbirine bağlı olduğu anlatılıyordu.

Dizide gönderilen Alman askerlerinden birisi Türk bayrağını indirip yakmaya çalışırken, Türk askerleri tarafından vuruluyor. Sonra gözaltına alınıyor. Almanya görüşme için serbest bırakılmasını şart koşuyor. Sanki Deniz Yücel’e bir gönderme yapılıyor. Krize rağmen II. Wilhelm ve II. Abdülhamid buluşmaya karar veriyorlar. II. Wilhelm'in gündeminde silah satışı ve yatırımlar var. II. Abdülhamit'in derdi ise İngiltere, Fransa ve Rusya'nın sıkıştırmasına karşı yeni bir müttefik bulmak.

II. Wilhelm'in »Payitaht«ı (Başkent) ziyareti üzerinden 120 yıl geçerken, bugün iki ülke arasındaki ilişkilerde geçmişle paralellikler taşıyor. Sanki tarih tekerrür ediyor.
Gerilimli Türkiye-Almanya ilişkilerinde yumuşama, Erdoğan’ın Fransa’ya, Çavuşoğlu’nın Almanya’ya yaptığı ziyaretlerle somut bir ivme kazandı. Türkiye tarafı AB/Almanya ile »yeni bir sayfa« açmak istediğini açıkça beyan etti. Peki Erdoğan rejimi bunu neden, hem de şimdi yapıyor?

Erdoğan’ın dışpolitikada girdiği ilişkiler II. Abdülhamid dönemini anımsatıyor. Türkiye-ABD ilişkileri gerilimli. New York’ta görülen Halk Bankası davasında Türkiye’ye ağır ceza gelmesi ve Türkiye’ye ambargodan söz ediliyor. Benzer bir durum Türkiye-Rusya ilişkileri için de geçerli. Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde asıl söz sahibi olan Rusya Kürt sorunu, Rojava ve Esad konusunda Türkiye’nin kendi tezlerine destek vermesini istiyor. Yani; Suriye'de Erdoğan'ın değil, Putin'in dediği olacak. Erdoğan’ın Esad’ı yeniden »terörist« ilan etmesi ise Rusya’nın tezlerini kabul etmeyeceği, bu nedenle iki ülken ilişkilerin gerilme olasılığı yüksek görünüyor.

ABD ve Rusya ile gerilim öncesinde Erdoğan, şimdiden pragmatik şekilde, daha bir kaç ay önce yaptığı hakaretleri bir yana bırakarak AB ve Almanya’ya karşı politika değişikliği planladığı, ziyaretler ve açıklamalarla anlaşılıyor. ABD ve Rusya ile gerilim döneminde, kötüye giden ekonomi için AB ile ilişkiler adeta hayati önem taşıyor. Erdoğan ve hükümeti için bu hızlı dönüşler, kısa dönemli pragmatik hamleler elbette yeni değil. Önemli olan, bunca hakarete maruz kalan Almanya ve AB’nin bunlar karşısında nasıl bir politika izleyeceğidir.

Almanya ve Fransa bu dönüşten memnun görünüyor. İki ülkenin Erdoğan ve bakanlarına kapıyı kapatma yerine açık tutması, pragmatizmde Avrupa’nın Erdoğan'dan ileri olduğunu gösteriyor. Yakınlaşmanın Erdoğan’dan çok kendilerine yarayacağının farkındalar. Bu nedenle ekonomik ve politik çıkarlar söz konusu olduğunda Erdoğan’ın Avrupa’nın yüzyılar öncesinde dayanan diplomatik pragmatizminin eline su dökemeyeceği ortada.
Dolayısıyla asıl belirleyici olan Avrupa’nın pragmatizmidir. Bu durumda Almanya ve Fransa hükümetlerinin Erdoğan’ın otoriterliğine yönelik sert çıkışlarının sadece kendi vatandaşları için olduğu anlaşılıyor.

Peki Erdoğan rejimine karşı mücadele eden »başka Türkiye«dekiler? Tutuklu gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler... İlişkilerin normalleşmesi durumunda bunların pek de Avrupa hükümetlerinin umurunda olmadığı anlamına gelecek. Ama Avrupa halkları, Erdoğan rejimin ne kadar otoriter ve tehlikeli olduğunu farkında. Erdoğan rejimine karşı tutum seçim taktiği değil, kalıcı bir siyasete dönüştüğü zaman anlamlı.

Yumuşamaya rağmen, Erdoğan ve hükümetinin Avrupa ile ilişkileri sorunsuz götürmesi ise mümkün değil. Çünkü aralarındaki çıkar çatışmaları ve Erdoğan’ın pragmatik politikası her an yeni bir krizi içinde barındırıyor.